21 Ağustos 2018 Salı

“ILIMLI İSLÂM” İLLÜZYONU



                                                                  Mehmet Akif AK




“Hayalet taşlamak”, hakikatle yüzleşmekten korkan ve kendinden iğrenen Türk Aydınının, başlıca alâmetifarikası. Paris, Londra, New York pazarlarında moda olan ne varsa valizlerine doldurup ülkesine getiren görgüsüz Turistler gibi, o da bu dünyaların kelime ve kavramlarını, hiçbir kendine mahsus ölçüsü olmadan alıp getiriyor ve nerede nasıl duracağına bakmaksızın kullanmaya çalışıyor. Son zamanlarda ağızlardan düşmeyen “Ilımlı İslâm” da böyle bir şey. “Aydın”lar, aslında öteden beri içlerinde barındırdıkları önyargılarını, inanç ve kanaatlerini bu tür yeni moda kavramlarla güncelleme fırsatını buluyorlar. Bir bakıma “iman tazeliyorlar”. Yoksa “Ilımlı İslâm” moda kavramının gerçekte nelere işaret ettiği, kimsenin umurunda değil. Hasımlarını vuracakları bir başka silah verilmiştir ellerine, hepsi bu. Pusu kurdukları pencerelerden, köşelerden, mazgallardan bu yeni silahla atışlar yapacaklardır.
            Hikâye, Soğuk Savaş döneminde başlar. Soğuk Savaş, iki kutba ayrılmış Dünyanın, bu ikiye ayrılmışlık halinin korunması için başvurulan tüm araçların, operasyonların, propaganda fırtınalarının ortak ismi idi. Bu kutupların patronları, “demir perde”lerle ayrılmış ağıllara mahkûm ettikleri insanlara, öteki kutupta hayatın nasıl korkunç bir şey olduğunu anlatıp duruyorlardı. Kendi kutuplarının ise ne denli yüksek, cennete eş bir hayat standardı taşıdığını söylüyorlardı. İnsanlar, yaşadıkları bu cennetler için Efendilerine sonsuz şükürler borçluydular. Soğuk Savaş süresince kutuplar arası turistik seyahat, hiç denecek seviyede idi. Herkesin öteki kutup hakkındaki fikri ve bilgisi, kendi efendisinin söylediklerinden ibaretti ve bunların tümü yalandı. Soğuk Savaşın imparatorlukları, birer yalan imparatorluğuydu.
            Soğuk Savaş paylaşımında Kapitalist kutbun payına düşen Türkiye, Pakistan, Afganistan, Malezya, Endonezya gibi Müslüman ülkelerde kullanılmak üzere hazırlanan paket programın bir yerinde İslâm’ın en büyük düşmanının Komünizm olduğu ve bunun için Müslümanların neler yapması gerektiğini anlatan bir bölüm de yer almaktaydı. Müslüman ülkeler, dinlerini, camilerini, kutsal mekânlarını korumak için ABD’ye yaslanmak zorundaydılar. Kapitalist Blok, İslâm’ın gerçek dostu idi! Ayrıca Müslümanlarla Hıristiyanlar, “din düşmanı”, “Allah düşmanı”, “mukaddesat düşmanı” komünistler karşısında iş birliği yapmalıydılar.
            Bir zamanların dillere pelesenk edilmiş “yeşil kuşak”ı işte buydu. “Din” ve “Komünizm” bağlamında oluşturulan edebiyat ve tahkim edilen cephenin amacı muhtemel bir savaşta kullanılmak değildi. Böyle bir savaş hesapta yoktu, hiç olmayacaktı da; bütün mesele, savaş korkusu salarak safları sıklaştırmaktı. Komünist tehdit edebiyatı, Müslüman ülkeleri, soygun ve köleleştirme düzeninin nesnesi oldukları Kapitalist blokta tutmaya hizmet etmekteydi. Böylece Müslüman ülkelerde komünistler ve kendilerini komünist sananlar ile Müslümanlar karşı karşıya getiriliyorlardı. 
            Özellikle ABD, Komünizme karşı konuşlandırılmış İslâm için akıl almaz finans kaynakları ve elemanlar tahsis etti. Gazeteler, dergiler, kitaplar yayınlandı. Bu arada “komünist” kılıklı ABD elemanlarına ve kendilerini komünist sanan yobazlara her fırsatta İslâm düşmanlığı yaptırıldı. Tuz-biber olarak, birkaç cami bombalandı ve atılan bombaları “komünistler” üstlendi. İlh.
            ABD, bu planla birkaç kuşu aynı anda avlama fırsatı buluyordu.
Kapitalist Blokta yer alan Müslüman ülkeler, ABD’nin doğal müttefikleri haline getirildiler; akıl almaz gizli-açık ittifaklar, ikili anlaşmalar, kapalı örgütlenmeler (gladyo) bir birini izledi. ABD silah sanayii akla havsalaya sığmaz kârlar etti. İlh. 
Yüce İslâm, siyasi mücadele alanının sıradan araçlarından biri seviyesine düşürüldü. Dini kurumlar, tarikatlar, cemaatler, din uleması, komünistlere karşı mücadeleyi dini bir görev olarak ilan ettiler.
ABD, esas olarak bu ülkelerde sağlıklı bir komünist muhalefetin doğmasını baştan önledi, her tür sol oluşumu genetik müdahalelerle piçleştirdi. Türk solunun genlerine sinmiş İslâm düşmanlığı, kesinlikle Sovyetlerin sağladığı bir şey değildir. Dünün en hızlı komünistlerinde bugün komünizmden hiçbir iz kalmamıştır ama İslâm düşmanlığı olduğu yerde durmaktadır. Bu durum ancak sağlıksız bir döllemenin eseri olabilir.
Laboratuarda incelenmeye değer bir örnek olarak Cumhuriyet gazetesine ele alabiliriz. Bu gazete Soğuk Savaş süresince “PRAVDA” olarak anıldı; yani o denli komünistti(!). Gazetenin bugün de Şeyhlik postunda oturmakta olan zat, o zamanlar da orada komünist bir Şeyh olarak oturur, müritleri tarafından ritüellerinde kutsal metinler olarak okunan yazılar yazardı. Gazetenin, Şeyh Efendinin tebliğlerinin yer aldığı ikinci sayfanın kalan kısmında ise sonradan tümünün ABD tarafından kurdurulduğu anlaşılan silahlı komünist örgüt mensuplarının ölüm ilanları, örgüt üyeleri arasında dayanışma sağlayan ilan-haberler yer alırdı. Şeyh efendi ve müritlerinin ağzından düşmeyen şey “yeşil kuşak” teranesiydi. Cemaat, İslâm’ın bir ABD projesi olduğunu söyleyip duruyordu. Ne hikmetse bu komünistlerin Marksizm’le pek bir işleri yoktu.  “Pravda”, komünizmi bir yana bırakmış, İslâm’a ve Müslümanlara ölüm kusan bir makineli tüfek gibi çalışıyordu. Bugün artık Pravda Cumhuriyet yok. Ama gazete, makineli tüfek misyonunu sürdürüyor. Gazetenin Şeyh Efendisi de Komünizm kelimesini hafızasından silmiş, Marks ismini ise kendini zorlasa bile hatırlamayacak. Gazetenin II. Dünya Savaşı sırasında ve öncesinde, ardından Soğuk Savaş boyunca üstlendiği misyon, yeni dönemde başka bir boyutta devam ediyor. Misyonun değişmeyen adı; İslâm düşmanlığıdır. Faşistken de, Komünistken de, Ulusalcı iken de hiç değişmeyen bir özelliktir bu. Sadece bu bile gazete patronajının ve editoryal yönetiminin en az altmış yıldan beri aynı merkezden yönlendirilmekte olduğunu göstermeye yeter. “Ilımlı İslâm”a dönecek olursak.
Hem Türkiye’nin iç siyasetine ve düzenine doğrudan müdahaleye imkân veren bir odak, hem de “aydın” kimliğinin koordinatları dışarıda hazırlanmış tek tip gazeteci yetiştiren bir “okul” görevi yapan Cumhuriyet, Faşist, Komünist ve Ulusalcı dönemlerinde değişmeyen İslâm düşmanlığı siyasetini soğuk savaş döneminde “yeşil kuşak” söylemi üzerinden yürüttü. Gazete, yıllar boyu yayın politikasında Türkiye’de İslâmi hareket adına ne varsa bunların tümünü ABD politikaları ile açıkladı. Buna göre ABD, İslâm’ı ele geçirmişti. Türkiye’de ve başka pek çok Müslüman ülkede ABD emperyalizmi, Komünizme karşı İslâm’ı güçlendiriyordu. 90’lı yılların başında Sovyet Bloku, tarafların karşılıklı olarak sözleşmeyi feshetmeleri sebebiyle ortadan kalkınca, Türk Solunun “yeşil kuşak” bahanesine sığınarak sürdürdüğü “İslâm Düşmanlığı” da açığa düştü. Komünist tehlike geçmişti, ABD’nin artık İslâm’ı komünizme karşı kullanmasına ihtiyaç kalmamıştı, ama ne hikmetse İslâm, almış başını gümbür gümbür gitmekteydi. İllüzyon oyunu bitmişti. Oyuncular, birden sahnenin dışında bulmuşlardı kendilerini. Hem İslâm’ı ABD ile eşleştiren ABD, hem de komünizme karşı mücadeleyi en büyük Cihad sayan oyuncular…
Bugüne kadar kimse “yeşil kuşak”ın hesabını vermedi. Soğuk Savaş döneminde oynanan büyük oyunların, bu oyunda yer alan oyuncuların bir dökümü de yapılmadı. Bu dönem parantez içine alındı ve silindi. Şu an eski Sovyetlerin bir sözcüsü yok, buna karşılık ABD ortada. Ama ABD, her türlü hesaptan muaf olduğu için, yeni oyunlar kurmayı, illüzyonlar üretmeyi sürdürüyor. Yeni oyunda da İslâm, ABD emperyalizminin başlıca nesnesi. Açılan yeni savaşın adı “Haçlı Savaşı”, hedefi ise tüm İslâm ve bütün Müslümanlar.
ABD, “Ilımlı İslâm-Radikal İslâm” kavramları etrafında kurduğu oyunları, önceki tecrübelerinden de yararlanarak “yeşil kuşak” için açtığı sahnede sergiliyor. İşte oyundan bazı bölümler, sahneler:
ABD’nin küresel hegemonyasının yegâne panzehiri olan İslâm konusunda hem Müslüman zihinde, hem de dünya insanlığının kafasında derin bir kuşku ve kargaşa meydana getirilmek adına “Radikal İslâm” adıyla kıyıcı, kan dökücü bir ideolojik akıma can verilmeye çalışılıyor. “Radikal İslâm” başlığı altında toplanan karanlık örgütlenmelerin, yapılanmaların neresinde ne kadar İslâm, ne kadar Müslüman var, bu herkesin meçhulü. Bu yolda yapılan amansız propaganda faaliyetleriyle ABD, İslâm dünyasında kendisine karşı yükselen direniş faaliyetlerini marjinalleştiriyor, bunları, hem dünya insanlığı hem de Müslümanlar nezdinde cüzamlı oluşumlar olarak tasvir ediyor ve her fırsatta Yüce İslâm’a, Kur’an-ı Kerim’e ve Hz. Peygamber(s)e saldırmak üzere emre âmâde avcı köpeklerine emirler veriyor. 
“Ilımlı İslâm”dan aslında neyin kast edildiğini hiç kimse bilmiyor. Ama “radikal İslâm”a somut örnekler vermek için ABD büyük bir gayret içinde. Galiba “ılımlı İslâm”, ABD’nin “çatışmacı, savaşçı İslâm” tezine destek vermek için ortaya atıldı; “radikal”i olduğuna göre “ılımlı”sı da olmalı gibisinden. Yoksa ABD’nin temel tezi “Radikal İslâm”la savaşmaktan başka bir şey değil. “Radikal İslâm”dan kast ettiği ise tümüyle İslâm’ın bizzat kendisi.
Açılan topyekûn savaşta, hedef olmaktan kurtulmak isteyen her Müslüman’ın, radikal Müslüman olmadığını kanıtlamak gibi bir mecburiyeti bulunuyor. “İspat külfeti iddia edene aittir” evrensel hükmünün bu ahlaksız savaşta hiçbir değeri bulunmuyor. ABD, bütün Müslümanları “radikal” olarak görüyor; olmadıklarını ispat görevi ise Müslüman’a düşüyor. İspat için hangi deliller geçerli sayılacak, bunu da bilmiyor Müslümanlar. Tam da burada “ılımlı İslâm” seçeneği giriyor devreye. Ne olduğu belli değil, kaç derecede olursa “ılımlı” sayılacağı kuşkulu da olsa “ılımlı İslâm”dan kast edilenin “boyun eğmiş İslâm” olduğu zımnen herkesçe anlaşılıyor.   
ABD, ya da dışardan herhangi bir gücün kendi keyiflerine uygun düşen bir İslâm inşa etmeleri asla mümkün değil. Konuyu, buralarda tartışmamak gerekir. Zaten böylesine akıldışı bir amaç için ABD herhangi bir teşebbüste de bulunmaz. ABD’nin yapmak istediği, İslâm’ın küresel yükselişini ve bu çerçevede dünyanın Müslümanlaşmasını önlemek ve İslâm dünyasına münakaşa ve çatışma konuları tohumlayarak, Müslümanları parçalara ayırmak, dağıtmaktır. Yani ABD’nin tedavüle sürdüğü “Ilımlı İslâm”ın da, “Radikal İslâm”ın da teolojik bir boyutu yoktur. Bunlar, politik ve askeri savaşın kavramsal silahları, araçlarıdır.  
Türk profesyonel aydınının “Ilımlı İslâm” teranelerini de bu çerçevede algılamak gerekir. Asıl korkulan bütünüyle İslâm’ın kendisidir. Yoksa Türkiye’de Siyasi Sistemin kendince kabul ettiği İslâm’a “Ilımlı” sıfatı bile hafif kalır. Bayağı, soğutulmuş, dondurulmuş bir İslâm’dır resmi İslâm; “ılımlı” ne kelime!  Peki böyle iken ABD’den üfürülen daha “ılımlı İslâm”dan korku niye? Sanırım yukarıdan beri anlatmaya çalıştıklarımız içinde bu sorunun kâfi derecede cevabı var. 2007

0 Yorum:

Yorum Gönder

Kaydol: Kayıt Yorumları [Atom]

<< Ana Sayfa