21 Ağustos 2018 Salı

KIYAMETİ GECİKTİRENLER KERVANINDA BİR ADAM: ALİYA



 



                                                                         Mehmet Akif AK

KIYAMET
Bu, hep böyledir.
Tekrarlanıp duran bir durum vardır yer yüzünde; bildiğimiz zamanlardan beri.
Hava bulanır, alemi kasvet basar, dünyada her şey alt ve üst olmaya, fesada uğramaya yol tutar. Kalplerini hayatlarının merkezi yapmakta direnen insanlarda bir hüzün faslı başlar; umut kandillerinin son damla yağı da tükenmek üzeredir. Dillerde şu sözler dolaşır: Artık kıyamet vaktidir. Saat yaklaşmıştır, öncekilerin haber verdiği ahir zaman alametleri çoktan gelip çatmıştır. İnsan oğlunun, kendine ve çevresindekilere karşı yürüttüğü savaş, evrenin sonunu getirecektir…
Her şeyin bittiğinin sanıldığı böyle bir anda nöbetteki adam ayağa kalkar. Elindeki meşaleyle içimizdeki İlahi kandili tutuşturur.
Ve adam, insanın ölçüye sığmaz olmuş zulmünün en şiddetlisinin kendine yöneldiğini görür, onu yaşar, ama zerrece umursamadan her şeyin Sahibine döner:
“Rabbim” der.
“Onlar bilmiyorlar, sonunu bilseler azgınlıkta bu kadar ileri gitmezlerdi.”
“Bak işte yanıldıklarını itiraf ediyor ve yollarını doğrultuyorlar.”
“Rabbim, helakimizi ertele, bize bir şans daha ver. Yüzümüz yok bunu istemeye ama ne olur Kıyametimizi bir kez daha geciktir!”
Kıyamet, bir kez daha ertelenir, insana yeni bir süre verilir.
Kabus bitmiş, dört bir yan ışıklanmış, dallar yeşermiş, çiçekler umutla açmış, dünya yeniden yaşanabilir bir ev olmağa yüz tutmuştur.  
“Kıyameti Geciktiren Adamlar” silsilesinden bir son halka idi Aliya!
Her büyük adam gibi, şan u şöhretten azade, kibrini Tanrıyla yarışmaya vardırmış minnacık ünlülerin aksine çevresindeki her yaştan kadınlı-erkekli Aliya’larla birlikte bir anlam taşıdığını bilen alim, arif, hikmetli bir adamdı.
Bize inandı, kalplerimizdeki sönmüş ateşi aradı, küllerimizi kudretli nefesiyle savurdu ve yüreklerimizin derinliklerindeki koru bulup üfledi, canlandırdı, alevlendirdi.
Aliya, bizde “Doğu ve Batı Arasında İslâm” adıyla tercüme edilen “İslâm Izmetu Istoka, Zapada Ireca Alternativa” kitabıyla bile dünyamızı aydınlatanlar arasındaki yerini çoktan almıştı. Ama bu hikmet ve irfan sahibi âlimi bu özelliklerine ilave olarak bir de “kurtarıcılar” zincirine katan şey, Boşnak milletini yeniden inşa yolundaki aksiyonuydu. “Mladi Muslumani” saflarında 16 yaşında başlayan amel-i salihi, Boşnaklar uyanıp, ayağa dikilip, saf tutup kendi ayaklarıyla yürümeye başlayana kadar sürdü. Onların artık gidecekleri yolu görüp kendi güçleriyle yürümeyi başardıklarını anladığında bir insan olarak görevinin sona erdiğini anladı; Aliya, artık ezeli buluşmaya hazırdı.
Çok derinden hissediyorum ki Aliya, Kovaçi’deki ikametgâhında diğer şehitlerle birlikte bir başka boyutta görevini devam ettirecektir. Gündelik kısır çekişmelerin, kıskançlıkların, küçük siyasi hesapların zehirlediği ortamlardan uzakta, Boşnak milletini ve tüm Balkan Müslümanlığını aydınlatmaya ve ısıtmaya devam edecektir.
Aliya’nın, önem sırasına göre tüm İslâm alemi, Batı dünyası ve insanlık için reçeteler yazdığı, müjdeler taşıdığını ispata çalışmak gerekmez. Beyin ve yürek yoğunluğunun zirvelerinden olan kitaplarını değil, herhangi bir konuşma metnini okumak bile bunu göstermeye yeterlidir.

O GÜN YAĞMUR, GÖKLERİN GÖZYAŞI DEĞİLDİ
22 Ekim 2003.
Aliya’nın davetine koştuğumuz gün.
Bütün Sarayevo’nun  ev ev, sokak sokak, cadde cadde Aliya dolduğu gün. Çoğaldıkça çoğaldığımız, çokluğun, kalabalıklığın keyfiyet, derunilik ve ulviyetle beraber at başı birlikte zirveye taşındığı ender zamanlardan biriydi.
            Bu insanlar kimlerdi. Şehrin her yerine serpilmiş birer gül bahçesi halindeki şehitliklerden sökün edenler, evlatlarıyla omuza omuza yürümekte miydiler yoksa. Kimlerdi bu uzun boylarıyla heybetli, çocuk yüzleriyle şefkatli, ışık saçan gözleriyle mâveraya kenetli yiğitler ve onları doğurduğundan gururlu analar, hünerine merhamet suyu verilmiş narin elleriyle Bosnayı, Müslümanlığımızı ve insanlığımızı yeniden imara bismillah etmiş bu genç kızlar, kadınlar kimlerdi.
            Şu önde yürüyen ışık adam Ayvaz Dede miydi. Hemen yanı başındaki  yürüyüşe başlamış yüce dağ, Gazi Hüsrev Bey miydi. Ve bu beyaz ordu ve bu ak yıldızlar, her zaman diri olan şehitler ordusu muydu.
Neden bu sayılara sığmaz insanlar hep aynı yaşta, aynı bedenlerdeydi.
Görenler, onları yüz elli bin mi saymışlardı. Yoksa bir buçuk milyardılar diyen de mi olmuştu. Ne önemi vardı sayıların? Söylenenlerin hepsi doğru, hepsi yanlıştı.
Çünkü oradakileri, yerin altında sanılıp da üstüne çıkmış olanları, göklerde olup da yere inenleri rakamlara dökmek boştu.
Aliya yıllarca önce bizi fikir halkasına dahil ederek toplamıştı, bu gün ise hepimizi son bir kez  olabildiğince bir araya toplayıp seyretmek istiyordu. Bu, bir şölendi; Aliya’nın Şeb-i Arus’u. Ev sahibi, Evlerin  Sahibi ise davetlileri rahmetle karşılıyordu.
Hayır bu bir yağmur değildi, hele Aliya’nın mekan değiştirmesine göklerin ağlaması hiç değildi. Gök ağlamıyordu, biz ağlamıyorduk, savaş sırasınca, o trajediyi dışardan seyretmenin zilleti, çaresizliği ve utancıyla seller gibi coşan gözlerimiz, şimdi kup kuruydu. Cenaze töreni sırasında hemen yanında bulunduğum Ömer Behmen’e baktım. Aliya’nın en az kırk yıllık dava arkadaşı, Mladi Müslümani’nin bugünkü liderlerinden, bir çınar ağacı gibi zamana direnen Ömer Behmen’e. O da ağlamıyordu, şimşek gibi gözleri, ufukların ötesini tarıyordu, tüyleriyle birlikte dimdik ayaktaydı. Hepimiz ağlamamaya sözleşmiş gibiydik. Bu bir şölendi çünkü ve bu yağmur, hiç dinmeden iri ve ılık damlalarla bütün Sarayevo’yu suya çeviren bu yağmur, bu şölenin ikram faslıydı davetlilere.
Bu yağmur, yangınımızı teskin eden bir rahmet serpintisiydi. Korlaşmış bedenlerimizi serinleten damlalar, birer rahmet dokunuşuydu. Aliya’nın şöleninde bizi kucaklayan bu rahmet, bizi temizliyor, arındırıyor ve diriltiyordu.

Sarayevo, 22-10-2003.
Aliya’nın bu gün buradaki Büyük Şöleni, tarihin dünyayı sarsan benzersiz olaylar bölümüne kalın ve silinmez bir hatla yazıldı. Biz de bu tarih kaydının şanslı tanıkları olduk, şölenin sudan ibaret ikramıyla arındık, dirildik.
Burada kaleme gelmez sayısız his fırtınalarıyla dolaşırken sık sık Aliya’dan ilk Ali’ye gittim, geldim. İlmin kapısı Ali’ye, Şehit babası, Şehit Ali’ye. Savaşı bitmeyen, kavgasını bitirmeyen, hep düzeltilecek bir çarpıklık, alt edilecek bir zalim, açılacak bir Hayber kapısı bulan adama. Ali’den Aliya’ya, Aliya’dan Ali’ye, döndüm durdum.
Aliya!
Ya Ali!
Ya Muhammed!
Ya Allah!
“Ey teslimiyet, senin adın İslâm’dır.” (*)

(*) Aliya’nın “Doğu ve Batı Arasında İslâm” Kitabının  son cümlesi.      

0 Yorum:

Yorum Gönder

Kaydol: Kayıt Yorumları [Atom]

<< Ana Sayfa