21 Ağustos 2018 Salı

ABD ADINA ABD DÜŞMANLIĞI





 
                                                                                  Mehmet Akif AK

            ABD-İngiliz emperyalizminin artık herkesçe bilinen bir stratejisini bugünlerde yeniden hatırlamamızda yarar var.
            “En verimli -kârlı- ABD taraftarlığı, güdümlü, kontrollü ABD düşmanlığı kılığında yapılır.”
            Hafızalarımızı tazeleyelim.
            II. Dünya Savaşı sonunda, Savaşın galip tarafı ABD, İngiltere ve Sovyetler Birliği, Tahran, Yalta (Kırım- o tarihte SSCB) ve Potsdam (Almanya) şehirlerinde bir dizi toplantı yaparak Küba’dan Endonezya’ya kadar yer küreyi kendi aralarında paylaştılar. Bu geniş coğrafyada yaşayan bir milyardan fazla insanın onlar açısından değeri ancak çiftliklerdeki besi hayvanlarınki kadardı; alınıp satılmış, takas edilmişlerdi.
            Bildiğimiz kadarıyla insanlık tarihi, o güne kadar böyle bir anlaşma görmemişti. Bu muazzam bir toptan alış-veriş ve takastı. Eskinin köle pazarlarında “efendiler”, kölelerini tek tek satarlardı, şimdi ise milyonlarla köle kısa bir zaman zarfında topluca “efendi”değiştirmişti. Ya da dünün az çok hür milletleri, bu üç toplantı sonunda ansızın galip devlerden birinin kölesi durumuna düşmüştü.  1945’te bir de bakmıştık ki biz ABD-İngiltere ortaklığının hesabına yazılmışız; Polonya, Macaristan, Doğu Almanya v.d. SSCB kampına kaydedilmiş. Bir yanda NATO, karşısında ise Varşova Paktı.  Koskoca Güney Amerika bile, Küba hariç ABD-İngiltere’nin hesabına düşmüştü. Yaklaşık 20 milyon insanın kanına girmiş, bunun birkaç mislini ise yaralı, yatalak bırakarak dünyayı kana boyamış canavarlar, daha ağızlarının kanını temizlemeden dünyayı aralarında pay edivermişlerdi. Bu meselenin detayı, yazımızın konusu değil; merak edenler Tahran, Yalta ve Potsdam Konferanslarına ait yüzlerce yayından, bu toplantılarda dünya ülkelerinin nasıl paylaşıldığının detaylarını kolayca öğrenebilirler. Bizim burada üzerinde durmak istediğimiz husus, bu kanlı paylaşımla birlikte başlayan yine söz konusu konferanslarda en ince ayrıntılarına kadar planlanmış bulunan kırk küsur yıllık “soğuk savaş”ın geriye bıraktığı yüzlerce tortudan, hasardan yalnızca birisidir.
1946’dan 1991’e kadar süren ve serpintileri günümüze kadar yayılan “soğuk savaş”ın “soğuk”luğunun da sözde kaldığını bilmemiz lazım. Bu süreçte yüz binlerce insan iç savaşlarda, ihtilallerde, gladyo türü ABD derin yapılarının veya Varşova Paktı KGB’sinin operasyonlarında öldürüldü. Yani aslında “soğuk savaş”, kanlı “sıcak savaş”larla birlikte sürüp geldi. Endonezya katliamlarından Şili iç savaşına kadar, sayısız operasyon, Yalta-Tahran-Potsdam konferanslarında alınmış kararların gereğiydi. Mısır, Suriye, Irak, Cezayir, Libya ve Türkiye (1960 ve sonrakiler) ihtilalleri, kanlı Macaristan, Çekoslovakya işgalleri, 1968’den günümüze Türkiye’de tezgâhlanan her ne ad altında olursa olsun iç savaş provaları ve bunları izleyen askeri dikta rejimleri, tüm bunlar ve daha niceleri, “soğuk savaş”ın kanlı yüzünden başka bir şey değildi.
“Soğuk Savaş” düzeninin köle ülkeleri, efendilerinden ayrılmayı akıllarından bile geçiremezlerdi. Muhalif sesler, şiddetle susturulurdu. “Soğuk Savaş”, dünyanın nerdeyse bütün sakinlerine “üniforma” giyme zorunluluğu getirmişti. Savaş söz konusu ise üniforma giymek de kaçınılmazdı elbette. İnsanlık cinnet halindeydi. Bu cinnet halini sürekli kılmak için peyk ülkelerin tepeden tırnağa bütün eğitim sistemi ve medyası organize bir şekilde çalışmaktaydı. Her ülkenin eğitimi ve medyası, ait olduğu bloğun sistemine göre zihinleri biçimlendirmekle görevliydi. ABD-NATO Bloğunun şeytanı komünizm, Varşova Paktınınki ise emperyalizm-kapitalizmdi.
Gelelim asıl meseleye.
Özellikle “dışı soğuk”“içi alabildiğine sıcak ve kanlı savaş”ın NATO tarafı, kendi hükümranlık bölgesindeki NATO ve ABD düşmanlığını organize etmekte de çok mahir davrandı. Bu vadide kurulan gizli-açık örgütlenmeler, peyk ülkelerdeki doğal Anti NATO-ABD refleksleri kontrol altına aldı.
NATO-ABD cephesinin böyle bir yöntem kullanmasının başlıca sebebi, anılan cephede yer alan tüm ülkelerin siyasi rejimlerinin “demokrasi” olmasıydı. Göreceli de olsa özgürlük havası bulunan bu ülkelerde NATO-ABD’ye karşı yerli direnişler oluşması ve bunların Sistemin Efendilerini taciz etmesi kaçınılmazdı. NATO-ABD muhalifi kıpırdanışlar, bizzat NATO-ABD tarafından organize edildi ve yönetildi; milli duruş ve direnişler böylece önlendi.
Bir şehir efsanesinden ibaret olan “68 kuşağı”, kelimenin bütün anlamıyla bir ABD-NATO komplosuydu. Fransa’da esmeye başlayan “68 Kuşağı” rüzgârı, NATO-ABD vesayetini reddeden De Gaulle iktidarını devirmeyi hedeflemişti ve tümüyle ABD-NATO işi idi. Çünkü NATO-ABD cenahında, vesayete direnebilecek tek ülke Fransa’ydı. Savaş sonrası Almanya’nın kolu, kanadı, eli, ayağı, gözü, kulağı bağlanmıştı (günümüzde bile bu bağları attığı söylenebilir mi?). İngiltere ise zaten Sistemin iki efendisinden birisiydi. NATO-ABD güdümlü sol örgütler, “68 kuşağı” efsanesiyle Fransa’yı kaosa sürükleyerek Paris’i hizaya getirdiler ve sonra görevleri sona erince kaybolup gittiler.
Türkiye’nin “68 kuşağı” ise, Fransa’nın çok kötü bir taklidiydi; tıpkı oradaki gibi onun da kimyasında ABD-NATO parmağı vardı. Türkiye’ye kurulan pusu çok akıllı ve sinsi, bir o kadar da alçakçaydı. Türk solunu organize eden NATO-ABD, Fransa’da ve başka cephelerde uyguladığı operasyon planına bazı ilaveler yapmıştı. Bu Ülke, tarihinin hiçbir anında sömürge olmamıştı ve halkı kölelikten habersizdi. NATO-ABD, bu Ülke’de kendine karşı ortaya çıkacağı muhakkak bulunan şiddetli direnişi ancak iki yönlü bir blokaj uygulayarak kaynağında kurutabileceğini hesap etti. Esas olarak Türkiye’nin toplumsal dokusu felç edilmeliydi. NATO-ABD mamulü Türk solu, halkın dinine, değerlerine savaş açmalı, hassas sinir uçlarına dokunmalıydı. Zavallı Marks’ın bam başka bir bağlamda söylediği “din halkın afyonudur” sözü Türk sosyalistlerinin bayrağı yapılmalıydı. Böylece muhafazakâr Müslüman halk, tepesindeki büyük şeytan NATO-ABD’yle uğraşmak yerine bin bir propaganda argümanıyla iğrençleştirilen Sovyet Şeytanına ve onun içimizdeki “uşak”larına savaş açmalıydı. Oysa bugün çok iyi biliyoruz ki, 1965-1980 yılları arasında Türkiye’de faaliyet gösteren 50 civarında sol fraksiyon içinde sadece Türkiye Komünist Partisi Sovyetlere bağlıydı ve Onun da anarşiyle, terörle hiçbir ilgisi yoktu; geri kalanların tamamı ABD-NATO mamulüydü.
İkili blokaj şu şekilde işledi:
Büyük çoğunluğuyla Müslüman ve muhafazakâr olan Türk halkı, “azılı din düşmanı” komünizme ve komünistlere karşı kolayca harekete geçirildi. NATO-ABD’nin kendi çöplüğündeki anti-komünizmi organize etmede tecrübesi ve birikimi iyiydi. Müslüman halkın bütün enerjisi, “dinsiz komünistlere” boşaltıldı. Komünizmle Mücadele dernekleri, mitingler, konferanslar, kitaplar, broşürler, toplu namaz, kanlı pazar tertipleri, Konya, Kayseri provokasyonları… Türkiye bir Anti-Komünizm histerisine tutulmuştu. Türkiye’nin her meşrepten yığınlarına uygun bir komünizm düşmanlığı konsepti icat edilmişti. Atatürk’ün “Türk Âleminin en büyük düşmanı Komünistliktir, her görüldüğü yerde ezilmelidir” sözü bir çevreyi, Dinsiz-Allahsız komünizm konsepti ise başka bir çevreyi aynı paydada toplayabiliyordu. Gel gör ki, karşıda “komünist” diye konuşlandırılan düşman da bir NATO-ABD tezgâhından başka bir şey değildi. ABD-NATO, kendi çöplüğünde hem Anti-Komünizmin, hem de Komünizmin yegâne sahibi ve efendisiydi. Özetle, NATO-ABD, peyk ülkelerde kendi güdümlü muhalefetini organize ederken asgari şu sonuçları elde etmiş oldu:
1. Emperyalizmine karşı doğması muhakkak sol muhalefet hareketleri daha baştan ele geçirilerek, peyk ülkelerdeki kurulu düzen rahat işletildi.
2. Solun dışında doğacak antiemperyalist diğer milli hareketler ise “Allahsız-Dinsiz” üniforma giydirilmiş güdümlü sola karşı kışkırtılıp yönlendirilerek daha doğmadan imha edildi.
3. NATO-ABD yapımı bu yapay kamplar, birbirleriyle silahlı savaşa girişecek noktaya gelene kadar kışkırtıldılar. Silahlı mücadele bir kez başlayınca da artık işler kolaylaştı. Kan davaları çıktı ortaya. Akıl almaz boyutlarda silah, mermi satıldı; silah üreticileri, akan kandan kâr üstüne kâr ettiler. Ülkenin toplumsal kimyası bozulup parçalandı. Sonra NATO-ABD’nin kurtarıcıları güya kavgayı bitirme adına iktidara el koydular. Buna zaten mevcut olan iktidarlarını pekiştirdiler demek daha doğru; çünkü darbelerin öncesinde de iktidarda olanlar onlardı; Yalta, Tahran, Potsdam mutabakatı gereği.
 

Etiketler: ,

0 Yorum:

Yorum Gönder

Kaydol: Kayıt Yorumları [Atom]

<< Ana Sayfa