21 Ağustos 2018 Salı

YARGIÇLAR VE DEVLET ERKİ



                                      Mehmet Akif AK

Yüksek Yargı Başkanlarının yıllık kuruluş yıldönümü konuşmalarında manifesto yayınlamaları, sanırım bu ülkeye mahsus bir gelenek haline gelmiştir. En az 40 yıldır bu gelenek sürmektedir.
Başkanlar, çoğunlukla siyasi mesajlarla yüklü manifestolarının ciddi gündemler oluşturacağının farkında olarak yaparlar konuşmalarını. Hiç şüphesiz konuşmanın ardından keyifle ve zevkle medyayı takip ettiklerini, “vay be, meğer ne yapmışız?”dediklerini ve aralarında bir “tebrikleşme” trafiği yaşadıklarını tahmin etmek zor değildir. Münhasıran siyasal iktidarı “terbiye etme”, “azarlama”, “hizaya sokma” çerçevesinde yapılan bu konuşmalar nedeniyle demokrasiyi hazmetmemiş muhalefet partileri ve diğer muhalif odaklardan da “aferinler” almakta oldukları açıktır.
Yüksek Yargı Kurumu Başkanları ve hukuki mahiyeti tartışmalı halde bulunan bir Yargı Derneği temsilcisinin günübirlik beyanatlarla Yargıyı siyasi tartışmaların göbeğine oturtmaları ise sürece yeni bir ivme kazandırmıştır.
Bu Yargı mensubu zevatın onlarca yıllık konuşmalarında değişmez hedef tümüyle siyasal iktidar olmaktadır. Menemen Hadisesi yıldönümlerindekini andıran hep bir örnek yazı ve konuşmaların hiç değişmeyen gündemi “yargının siyasallaşması” tehlikesine yapılan şiddetli vurgulardır. Anılan Yargı Mensuplarının bir diğer değişmeyen tutumları ise konuşma ve yazılarındaki üslup ve kendilerini konuşlandırdıkları “erişilmez” makamdır. Beyanat sahipleri kendilerini, ülkenin siyasi sisteminin merkezi durumundaki Parlamentodan tamamen ayrı, çoğu zaman da hiyerarşik olarak onun üstünde bir yere yerleştirmektedirler. Bu davranışın mevcut yasalarımızda hiç bir dayanağı yoktur. Bu tür yargı mensupları, kendileri için kurguladıkları konumları yasalara dayandırarak değil, fiilen (de facto) ihdas etmişlerdir.
Bu fiili durumla devlet sistemimiz, Osmanlı Dönemindeki statüden hayli gerilere düşmüştür. Türkiye bugün, tarihindeki yasama-yürütme-yargı ahengi ve ritminden çok uzaklardadır. Günümüzün Yargı Bürokrasisi, kendini mutlak güç ve son karar mercii tayin etmekle, dünyada faşist ve komünist dikta yönetimlerini çağrıştıran despotik bir hiyerarşiye vücut vermiş olmaktadır. Baskıcı dönemlerde zorla elde edilen bu fiili durumun özünde,       % 95’lik oy oranına ulaşmış bir siyasi iktidarın görev alanlarının Yargı veya silahlı bürokrasi tarafından belirlenmesi gerektiği fikri vardır. Böyle bir kanaat ne Cumhuriyetle bağdaşır, ne demokrasiyle! Bu, bir bürokratik oligarşi talebidir.
Özetle Danıştay Başkanı, son konuşmasında kulağa hoş gelen pek çok cümle sarf etmiş olabilir, tıpkı General Başbuğ gibi. Ama bu hoş sözler, anılan bürokratlar, Millet iradesini izafileştiren, geçersizleştiren söz ve davranışlardan kaçınmadıkları sürece boş temenniler, ya da modaya uyum amacına hizmet eden günü kurtarma çabaları olmaktan öte herhangi bir değer taşımazlar. Bu törensel nutuklar ve açıklamalar, Türkiye devleti rejiminin üstündeki yargı ve silahlı bürokrasi vesayetinden bir milim dahi olsun ileri gidişe imkân vermeye yetmez. İşi gücü siyasal iktidara dayak atmak olan bir bürokrasiye dünyanın neresinde rastlanır, bakmak lazım.
Siyasal İktidara haddini bildirme misyonunu ifa eden Yargı mensupları parlak nutuklardan önce şu sorulara cevap vermek zorundadırlar:
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bekçisi neden sadece yargıçlar ve askerler olmaktadır? Parlamento, siyasi iktidar, sivil toplum kuruluşları, meslek odaları, tümüyle vatandaşlar, neden kendi siyasi sistemlerine sahip çıkma, onu koruma ve kollama hakkına sahip bulunmuyorlar? Bu halk için en iyisini bilmek ve takdir etmek, onun namına iyiyi kötüden ayırmak hakkı ve imtiyazı neden sadece onlarındır?  Henüz rüştünü kanıtlamamış olduğunu düşündükleri bu millete kimden yetki alarak vasilik, çobanlık etmektedirler? Hangi güç onları başımıza çoban tayin etmiştir? Güdülmeye muhtaç bir sürü olduğumuzu nerden çıkartıyorlar?
  • Yargı temsilcilerinin söylev ve demeçlerinde “Yargının Siyasallaşması” yönünde yapılan tespitlerin ve eleştirilerin tek hedefi nedense daima siyasal iktidar olmaktadır.  Oysa en azından kırk yıllık -CHP ve türevlerinin iktidar olduğu dönemler hariç- geçmişimizdeki iktidarların yargıya müdahale edip bundan bir sonuç aldıklarını gösteren örneğe rastlamak mümkün değildir. Fakat yargının kendisinin bir siyasi muhalefet odağı olarak işliyor olması, ne yazık ki bu ülkenin vak’a-i adiyesindendir. Mutlak ve mukaddes güçlerle donanmış Yargıçlar, iliklerine kadar siyasetle yoğrulabilir, siyasete müdahale edebilirler. Ama kendileri her tür müdahaleden masundurlar. Yıldönümü törenlerinde artık daha ağızlarını açmadan Yüksek yargı mensuplarının “leblebi” diyeceklerini anlayabiliyoruz; ne konuşacakları, siyasal iktidara ve parlamentoya nasıl “haddini bildirici”“azarlayıcı”, hatta “tehdit edici” cümlelerle hücum edecekleri ezberimizde.
  • Yargı mensuplarının siyasal iktidara ve hiç çekinmeden doğrudan Yasamaya yönelttikleri eleştirilerin ana maksadının bir “yargıçlar sultası” kurma arzusu olduğu açıktır. Onlar, tıpkı yargı gibi yasama ve yürütmenin de sağlıklı bir devlet yapısı için mutlak anlamda gerekli olduğunu düşünmemizi istemiyorlar. Devlet hiyerarşisinin en tepesinde yargıçlar olsun, yasama ve yürütme, onların çizdiği çerçeve içinde var olabilsinler.
  • Bu niyeti taşıdıkları şuradan da bellidir: Asla eleştirilemez olduklarını iddia ediyorlar. Kendilerinin yasama ve yürütmeye yönelttikleri, eleştiri sınırlarını aşan saldırılarının doğal hakları olduğunu düşünüyorlar. Buna karşılık, bu eleştirilerin yüzde birine bile tahammül göstermeye yanaşmıyorlar. Türkiye’nin en büyü sorunu budur. Belirli bir siyasi ideoloji etrafında yapılanmış bir yargıçlar topluluğu, mutlak iktidar mücadelesi veriyor. 
  • Yargıçlar bu tavırlarıyla, tam da benzeri Şiilikte bulunan bir hiyerarşiyi taklit etmiş oluyorlar. Bir diğer örneğine ise Katolik Kilisesinde rastlıyoruz. Bu piramit türü yapılanma, devlet hiyerarşisinin tepesindeki yargı mensuplarına İlahi hükümranlıkla yarışan mutlak bir otorite kurma imkânı vermektedir. Anılan hiyerarşik düzenler, hiç değilse sistemlerini Dinin nasslarıyla sınırlıyor, kendilerini daha yüce ve daha büyük bir Varlığa bağlıyorlar. Oysa piramidin tepesine yargıçları yerleştirmeyi arzulayan berikilerin hangi yüksek makamdan referans aldıkları meçhuldür. Buna rağmen yüksek kürsülerde Hutbe ve Vaaz tonunda yaptıkları tehdit ve korkutma dolu konuşmalarını, Başbakanların, Cumhurbaşkanlarının, Parlamento başkanlarının, kısacası hepimizin bir ibadet huşuu içinde dinlemesini ve onlara boyun eğmemizi bekliyorlar.

Özetle, Türk Yargı Kurumlarının temsilcilerinin çoğu, Bazı yargı dernekleri, barolar ve ekran bülbülü olup televizyonları dolaşan bazı hukuk hocaları, yargıyı siyasetin tam ortasına taşımakta ve parlamento ve yürütmeye saldırarak suç işlemektedirler. Bunlar, yargıyı halkımızdan, tarihimizden, evrensel hak-hukuk sisteminden koparmış, çürütmüş ve bitirmişlerdir.
Yargı mensuplarının, bir kısım Baroların ve hukuk hocalarının konuşmaları ve yazılarının tamamını bir araya getirip bakın; orada hak, hukuk, adalet gibi konuların kayda değer bir ağırlığı olmadığını görürsünüz. Bu, dünya çapında, müstesna bir rekordur! Kalkıp oturup yasamaya ve yürütmeye haddini bildiriyor ve bir muhalefet partisinden daha fazla siyaset yapıyorlar. Ve her ne hikmetse hâlâ da “HUKUK ADAMI” kalmayı başarıyorlar!  2009    

Etiketler: , ,

0 Yorum:

Yorum Gönder

Kaydol: Kayıt Yorumları [Atom]

<< Ana Sayfa