21 Ağustos 2018 Salı

KÜRESEL FELAKET SENARYOLARI VE KORKU TİCARETİ



                                                        Mehmet Akif AK

Tüm canlılar gibi insanlar da korkar ve “korktuklarından emin olmak” isterler. Atamız Hz. Adem ve eşi, yasak meyveden uzak durmazlarsa cennetten atılmakla korkutuldular. “Korku”, dini metinlerin en temel kavramıdır. İlahi korkutma, çoğu zaman “müjde” ile birlikte zikredilir.
Peygamberler, “korkutucu” (nezir) ve müjdeleyici (beşir) nitelikleri ile öne çıkan toplum önderleridir.
Korku, insanın başlıca zaafı, yoksunluğu ve çaresizliğidir. İnsanoğlu, hayatta kaldığı sürece “korku”dan kurtulamaz ve tabii ki “korkutulmak”tan da…   
Sorun, insanın “korku”sundan ne devşirildiğine ilişkindir. Değilse herkes bilir ki “ölümlü” insan için “korku” denen hissin bütünüyle ortadan kaldırılması asla mümkün değildir.
Meseleyi felsefi ve teolojik boyutta daha fazla derinleştirmek mümkün ve gerekli; fakat bizim burada üzerinde durmayı düşündüğümüz şey, konunun güncel tezahürleriyle sınırlı kalacak.
Ahiret âlemindeki hesap gününe atıfta bulunan, Cennet ve Cehennemden söz eden ya da insan azgınlıklarının bu dünyada cezalandırılmasına ilişkin olarak sel, kuraklık, gök afetleri, deprem, v.b. tabiat felaketleriyle tehdit eden “İlahi korkutma”lar, bu dünyanın ve onun içinde yaşayanların nizamı ve intizamının, huzuru ve saadetinin inşasına imkân hazırlar.
İnsanlardan ve devlet güçlerinden kaynaklanan “korkutma”lar ise insanın insana köleliğine, zulme, istibdada, sahte Tanrılaşmalara kapı aralar. Gezegenimize “finans”, “borsa”, “kâr, “medya”, “çok uluslu şirket” gibi yeni tanrılar armağan eden Modernizm, beşeri “korku”larımıza da yeni boyutlar katmıştır.      
Modern çağda “korkutma”, geleneksel fonksiyonları yanında artık bir “pazarlama” tekniğidir. Modern tanrılardan kaynaklanan her “korkutma”nın ardında gizlenmiş veya gizlenmeye bile gerek duyulmamış bir “pazarlama sunumu” yer alır. İnsanlar, önce korkutulur, ardından çağdaş kurtarıcılara ücretini de ödeyerek teslim olurlar. Artık küresel ölçekte aynı standartlarla hayata geçirilmiş bulunan “sigorta” sistemi, “korkmuş kalabalıkları”   teslim alan ve sömüren devasa bir makine şeklinde işlemektedir. Günümüzde irileştikçe irileşen “Sigorta Fonları”nın insanlık için tam bir küresel felaket oluşturduğu, darbeler, iç savaşlar, ekonomik savaş operasyonları ve krizler ürettiği ise olayın bir başka boyutu.    
“Korku” bir tarafta var ise öbür tarafta “sığınma” hissi kaçınılmaz olarak tohumlanır ve doğar. “Korkan insan”nın sığınılacak yer ve kişiler araması ve “kendilerini kurtarmaktan aciz” bir takım kurtarıcılara bağlanması, “kul ve köle” statüsüne kolayca geçmesi hiç de garipsenecek bir durum değildir.
Ne var ki korkulardan kaçmak ve kurtulmak için sığınılan her yer ve bağlanılan tüm modern kurtarıcılar, verdikleri muhayyel güvenceler karşılığında insanlardan çok yüksek bedeller tahsil ederler. Bu bedel, yalnızca düzenli ödemeler sistemine (aidat) bağlanmış ve zamanında ödenmemesi ağır yaptırımlara bağlanmış borçlanmalardan ibaret kalmaz, çoğu zaman insanın özgürlüğünü de kapsar. Modern dünya, hür doğmuş insanın standart ürünlere, markalara “alıştırılmış” uysal bir tüketiciye dönüştürüldüğü şeffaf bir fanusa benzer; orada her şey göz önünde, özgürlükler sınırsızdır; ama özgürlüğü kullanacak herhangi bir alan kalmamıştır. Modern çağımız, özgürlükleri ele geçirmede geçmişin kölelik sistemine rahmet okutacak bir derinliğe ve genişliğe sahip olmuştur. Öyle ki geçmişin köleleri, özgürlüklerini para ile satın alabilir ve belirlenen ücreti ödediklerinde hür kalırlardı. Şimdi ise insanlar, üstüne ücret ödeyerek özgürlüklerini satıyorlar.
Modern Çağımızda korku, geleneksel toplumda olduğundan kat be kat fazla olarak, insanı sürüler halinde kölelik ve bağlanmaya sürüklemektedir. Giyimden, davranış tarzlarına ve periyodik zamanlara bağlanmış eğlence ve medya ritüellerine kadar pek çok cemaat halindeki eylemle insanlık, karanlık meçhullerin derinliklerine doğru akıp girmektedir. Moda rüzgârları ve başka bin türlü psikolojik harekât tekniğiyle birer uysal robota dönüştürülmüş kitlelere tüm insanlığı dâhil etmenin yöntemi de nihayet bulunmuştur; “küresel korku ticareti”
ABD’nin eski başkan adaylarından Al Gore (Albert Arnold Gore)’un siyasi hüsranından sonraki mesleği “küresel korku ticareti” uzmanlığı oldu. 2007 yılında yaptığı Uygunsuz Gerçek (An Inconvenient Truth) adlı Belgesel Film, Akademi’den En İyi Belgesel Film Ödülü kazandı. Asıl haber ise şu: Bu Film ve ABD’nin dört bir yanında verdiği konferanslar, 2007 yılında Al Gor’a tam 100.000.000. ABD doları kazandırdı. Bu para aynı yılda Afrika, Asya, Kuzey ve Güney Amerika’da çoğu çocuk olmak üzere açlıktan ve salgın hastalıklardan ölen 10 milyonlarla insandan önemli bir kısmını hayatta bırakabilirdi. 
Al Gore, insanların korkularını kışkırtarak ürüne dönüştürdü ve dönüp bunu onlara sattı. Hiçbir şey üretmeden Başkan Adayı eskisinin kasasına giren para bir yılda 100 milyon ABD doları oldu. İnsanlar, Al Gore’u izledikçe yalnızca biraz daha fazla korktular ve salt bu nedenle daha fazla ödemeler yaptılar. “Küresel Felaket Kampanyaları”, israfın çıldırdığı bir çağda daha fazla masraf ve daha fazla ödeme demektir.
Bütün veriler, “küresel felaket senaryoları”nın çağdaş bir tüketim metaı olarak ürünleştirilip, pazarlandığına işaret ediyor. Batı uygarlığı’nın insanlığa sunduğu “aydınlanma” projesinde her şeyin bir pazar fiyatı oldu. İnsanın maddi ve manevi bütün ihtiyaçları, hatta tüm dini değerler ve kurumlar, pazar ekonomisinde tezgâha konuldu. “Tüketim”de temel ölçü “ihtiyaçlar” değil artık; üretim, satış ve kâr. İnsanın tüm temel ihtiyaçlarından, sağlık ve eğitimden sonra “korku hissi ve güvenlik tedbirleri” de vahşi pazardaki yerini aldı.   Dünyamızın barbarca ve hoyratça kirletildiğini inkâr ne mümkün; tabiatla girişilen savaşta yer kürenin pek çok köşesinde tabiata pes ettirildiğini de… Denizlerin, nehirlerin, dağların, ovaların ve ormanların, doğal niteliklerini kaybetmeye başladıkları, buraların tüm bitki ve canlılar için yaşanmaz mekânlar haline geldiğini gözlerimizle görüyoruz. Ancak, sağlığın, eğitimin, yiyecek ve içecek ihtiyaçlarının gasp edilmesi, birer birer ele geçirilip sevk ve idare edilmesi ve böylece insanın vahşi bir alım-satım berzahının zavallı kurbanına dönüştürülmesinden sonra korkularımız da, vahşi kapitalizmin satış ve kâr malzemesi haline dönüştürüldü. Küresel Felaket tellalları, pazarlamacıları, önce rüyalarımıza varana kadar tüm his dünyamızı titreten korkutma kampanyalarının içine çekiyorlar bizi, sonra “sığınmamız” için kucaklarını açıyor ve tam kıvamında gaspa, talana, ürünlerini satmaya başlıyorlar.
Geleneksel toplumda dinin iktisadi ve siyasi bir sektör haline gelmesi ve dini liderlerin Tanrı adına dünyevi tanrılar haline gelmesi bilinen bir şeydi. Modern dünyada geçmişteki büyüklükte olmasa da dini sektörler, pazardaki varlığını koruyor. Ama çağımızda geleneksel toplumlarda bulunmayan yepyeni sektörler ve ürünler çıktı ortaya. Modern zaman tanrıları, akıl almaz hacimlere ulaşan yeni pazarlar açtılar kendilerine ve hızla dinlerin yerini almaya başladılar. Bu pazarların son on yılımıza damgasını vuran en büyüğü de “küresel felaket senaryoları” çevresinde oluşturulanıdır.
Korku, damarlarından ve köklerinden kopmuş ve doğal ortamından sökülmüş zayıf insanın edilgenliğini, sunulan her şeyi kabul edip satın alma özelliğini zirveye taşıyor. İnsanlar, gökten Mehdi inmiş gibi çağdaş kurtarıcıların çevresinde pervane dönüyorlar, adeta birbirlerini eziyorlar, çağdaş mehdilerin sahte sığınaklarında. Sağlık uzmanı kılıklı şarlatanlar, küresel korkuyu başlı başına bir felaket ölçeğine taşıyan deprem müneccimleri, küresel felaket tellalları, servetlerine servet, ünlerine ün katıyorlar. İnsanlar, daha herhangi bir felaket cereyan etmeden korkudan helak oluyorlar.
Kutsal metinler, bize insan azgınlıklarının yer, gök ve deniz afetleriyle cezalandırıldığını hikâye ediyorlar. İnsanlık tarihinin bilinen en eski döneminden beri bu kıssalar ve bunlardan çıkarılan hisseler bilinen şeylerdi. Ama ülkemizdeki 1999 Depremi dolayısıyla gazetesinde Kutsal Kitap’taki bu metinlere atıfta bulunan bir yazar, derhal hapse atıldı. Bu olay, geleneksel dinlerin yerine zorla oturan Modernizm Dininin havarilerinin rakip tanımaz çılgınlığıydı. Çağdaş Engisizyon, tüm Dinleri rakip olarak görüyordu. Depremi ilahi bir ceza ve uyarı olarak gördüğümüzde, Çağdaş havarilerin korkuya dayalı iktidarlarını tehlikeye sokacak tehlikeli bir söylem geliştirmiş oluyorduk. “Tanrı”yı kıskanç olmakla suçlayan aydınlanma tanrıları, ondan daha da kıskanç olmuşlardı.
Geleneksel toplumlarda korkularımızdan bir ahlak ve toplum nizamı çıkartılırdı. Çağımız ise korkularımızı akıl almaz meblağlara ulaşmış satışlara ve kâra ve iktidara tahvil ediyor. (2001)


0 Yorum:

Yorum Gönder

Kaydol: Kayıt Yorumları [Atom]

<< Ana Sayfa