21 Ağustos 2018 Salı

TÜSİAD VE DEMOKRASİ UYUŞMAZLIĞI-2


                                                        Mehmet Akif AK

 TÜSİAD; STATÜKONUN RUHUDUR
Türkiye’nin uluslar arası güç odaklarının kurduğu dengeden güç alan kadim statükosunun ve bu statükonun oligarklarının tam merkezinde TÜSİAD vardır. TÜSİAD, “The Anglo American Establishment” (Carroll Quigley ) ‘ın Türkiye ayağını temsil eder. Bütün uğraşılara rağmen Türk halkına dayanmanın bir yolunu bulamayan Türkiye statükosunun uluslar arası kanallara doğrudan bağlı sermaye dışında asker-sivil bürokrasiden başka yerli dayanağı yoktur. Bu nedenle Demokrasi, Türkiye statükosunun ve Onun kalbi durumundaki TÜSİAD’ın zehiridir.
Tam da bu sebeple, TÜSİAD’ın hiçbir yazılı metninde ve açıklamasında “ne pahasına olursa olsun DEMOKRASİ!” türünden bir ifadeye, hatta imaya rastlayamayız. TÜSİAD, “şartlı” ve “ama”lı demokrasiden yanadır. Tıpkı “ne şeriat, ne darbe!” (illa da darbe, illa da darbe) safsatasında olduğu gibi TÜSİAD demokrasisi de halkın değil, oligarşinin demokrasisi olup, onun korunması için halka değil, bürokratik despotizme ihtiyaç vardır. Bu demokraside liderler, halkın değil, statükonun temsilcileridirler, onlar tarafından tayin edilip, onlar tarafından azledilirler. Halkın meylettiği liderler, dönüp kazaen halka hizmete başladıklarında derhal tasfiyeye uğrarlar. Oligarşinin demokrasisinde Demirel, Baykal, Mesut Yılmaz türü figürler yer alır; yoksa “figüranlar” mı demeliydik?   
Türkiye’deki faal demokrasi karşıtı güçler sıralamasında büyük bir yanlışlık yapılmaktadır. Genelde bu sıralama Silahlı Kuvvetler, Yargı Kurumları ve Bir Kısım Sivil Bürokrat şeklinde yapılır ve tarihimizde yaşanan kötü örneklerdeki rolünden ötürü Silahlı Kuvvetler, Demokrasi karşıtlığının merkezi olarak görülür. Evet, güncel operasyonlar bakımından bu sıralama elbette doğrudur. Ama nihayetinde fakir ve orta halli Türk ailelerinin çocukları olan asker, yargıç ve bürokratlar, önce büyük güçlerin son derece örgütlü Türkiye uzantılarına karşı direnmenin imkânsızlığına ikna edilir, ardından da işbirliğine zorlanırlar.
Statüko, Demokrasi aracılığıyla halkla temas kurmanın kendince aşılamaz gördüğü engelleri sebebiyle halk yerine halkın bürokrasideki sivil-asker uzantılarına ve yargıçlara kucak açar. Bunlardan halkla temasını kopartabildiklerini bir arada tutacak çeşitli yapılanmalar, organizasyonlar kurar; oluşturulan bu yeni sınıflara yeni bir kimlik bilinci yüklenir. Yapılanmanın medya-eğitim ayağı zaten çok önceden kurulmuş ve bir makine ritmiyle çalışmaktadır. Böylece statükoyu ayakta tutacak saç ayakları tamamlanır. 
Demokrasi karşıtlarıyla mücadelede Silahlı Kuvvetleri ve yargıçları ilk hedef haline getirmek büyük bir yanılgıdır ve bu dahi Statüko’nun kendini gizleme ve hedef olmaktan kurtarma taktiğidir. Çünkü bu devlet kurumlarında “demokrasi karşıtlığı”nın kurumsal dayanakları bulunamaz. Sayısız subay, yargıç ve bürokrat ait oldukları halka dayanan bir rejimin, yani Demokrasinin ülkemiz için kaçınılmazlığına yürekten inanmaktadır. Fakat Büyük Kulüp gibi mahfillerde kendileriyle sıcak temas kurulan bürokratlar, uzun seanslar sonunda devşirilirler. Devşirilmeye direnenler, akıl almaz kampanyalarla gözden düşürülür, terfileri önlenir. Böylece Statüko, çok ince hazırlanmış planlar çerçevesinde yürüttüğü operasyonlara cepheye sürecek kuvvetlerini hazırlamış olur.
Türkiye’nin Derin Statükosunun mekanizması ana hatlarıyla böyle çalışır. Askerin, yargının, bürokrasinin iktidar erki üzerindeki tanığı olduğumuz vesayet resmi, bir göz aldanmasından ibarettir. Asıl iktidar, uluslar arası odaklardan da destek alarak, kocaman bir dağ gibi arkada duran “Statüko”dur.


TÜSİAD’IN “TAM DEMOKRASİ” İSTEMESİ 
EŞYANIN TABİATINA AYKIRIDIR     
Başka ülkelerin büyük sermaye sınıfı, kendi sınıf çıkarları ile geniş halk yığınlarının menfaatlerinin buluştuğu ortak bir alanda Demokrasiyi yaşatmayı başarabiliyor. Ama bizim TÜSİAD’ın böyle bir derdi yok; bu yolda bir arayış içinde olduğunu gösteren en ufak bir belirti de görülmüyor.
TÜSİAD’ın temsil ettiği sınıf, hiçbir askeri müdahaleden yara almamıştır. Tam tersi, orta sınıfı silindir gibi ezip yok den her askeri müdahale, onların gücüne güç eklemiştir. TÜSİAD’ın demokrasisi, kendi oligarşik iktidarına yol veren bir araçtır sadece. TÜSİAD için Demireller, Yılmazlar demokrasisi ile askeri müdahale arasında herhangi bir fark yoktur. Güncel olarak hangisi işe yarıyorsa, o buyursun!   
Bir yanda 70 küsur milyon halk, öte yanda birkaç bin kişilik aile. Bunların ekonomiye kattıkları değer ile paylaşımdan kaptıkları – bizim kendimize özgü “liberal” rejimimizde el koydukları da diyebilirdik- arasında yapılacak basit bir mukayese, nasıl vahşice işleyen bir çark ile karşı karşıya bulunduğumuzu göstermeye yeter. TÜSİAD ailesinin tamamının ekonomiye sağladığı istihdam, ülkemizin herhangi bir ilindeki birkaç Organize Sanayi Bölgesinde çalışanlar kadar bile değildir. Ama onlar, Türkiye’nin tamamının efendisi olma pozisyonu ve arzusundan asla vazgeçmezler.
Bütün bu nedenlerden ötürü genlerine dokunulmamış, hormonlanmamış her demokratik iktidar, tabii olarak karşısında TÜSİAD’ı bulmaktadır. TÜSİAD’ın “şart”lı, “ama”lı Demokrasinde siyasetçiler, “uslu çocuk” olmak zorundadırlar; aksi halde asker ve yargı ile terbiye edilmeleri kaçınılmaz olur.
Sanırız bu açıklamalardan sonra okuyucular, neden TÜSİAD temsilcilerinin neredeyse her gün siyasetçilere saldırmak için bir bahane üretebildiklerinin gerçek sebebi hakkında bir fikir sahibi olmuşlardır. TÜSİAD Anayasasının temeli olan “ne şeriat ne darbe” ilkesinin, “uslu durmazsanız darbeyi hak edersiniz” mesajından ibaret olduğu gün gibi açıktır.
Türkiye’yi oluşturan halkın büyük çoğunluğunun dinine, diline, tarihine, kültürüne, edebiyatına, musikisine, sanatına, mimarisine, parlak medeni geçmişine hiçbir duyarlılık göstermeyen, bu bağlamda hiçbir şey yapmayan, adeta yabancı bir ülke kurumu gibi sadece siyasi iktidarları eleştirmek, aşağılamak, küçük düşürmek için kıpırdanan TÜSİAD’ın demokrasi gibi bir derdi, tasası, gündemi neden olsun ki!     

0 Yorum:

Yorum Gönder

Kaydol: Kayıt Yorumları [Atom]

<< Ana Sayfa