21 Ağustos 2018 Salı

KUTSAL TOPRAKLARDA “TARİHİN” VE “İNSANLIĞIN SONU”

                                          Mehmet Akif AK

NOSTRADAMUS’UN HAYALETLERİ
Beyaz Saray’ın Baş Kâhini  Müneccimbaşı Fukuyama, yıllar önce Zalim Kralının arzusu ve iradesi ile, yer kürenin ve üstünde meskûn insanların istikbalinin ne olaca­ğına dair şöyle bir tarassutta bulunmuş ve gözlemlerinin sonucunu, Kelle Uçuran Kralına  meş’ûm bir müjde ha­linde şu şekilde dile getirmişti.
“Tarihin Sonu!” geliyor, “Beyazlara üzerinde yalnızca kendilerinin yaşayacağı ve hakim olacağı bir dünya muştuluyorum.”
Müneccimbaşı’nın ağzından sanki söz değil, kan ve ateş fışkırıyordu. Bütün dünyada eli kalem tutan ve okuyan hemen herkes, bu kehanet üzerine düşündürüldü ve bu kehanet üzerine sayısız yayın yaptırıldı.
Beyaz Saray’ın bir diğer müneccimi  Huntington ise bir başka meş’ûm kehanette bulundu. Akmakta olan ve daha da akacak olan insan kanı, O’na büyük bir zevk veriyor olma­lıydı; hazret, ölüm sahnelerini tiyatro izlere gibi seyretme iştiyakıyla “Medeni­yetlerin Çatış­ması”ından haberler verdi. Bu kehanet de kısa sürede dünyaya ezberletildi.
Yeni Kâhinler, “mücrim” insanların törenle aslanlara fırlatıldığı arenaların kıdemli seyircile­riydiler. Bu arenalarda köleler, birbirlerini boğazlıyor, böylece devletin sırtındaki yükü hafif­letiyorlardı. Nostradamus’un çağdaş hayaletleri neo-Kâhinler, bu mezbaha sahnelerini, Şeref loca­sında taş yürekli, kuş beyinli kralları’nın sağında ve solundaki yerlerini almış olarak, ağızlarından sular akıta akıta izliyorlardı. Kral ailesi ve kâhinler, kölelerin aslanlarca parçalanışını ve bir birlerine kılıç vuruşlarını zevkten çıldırmış halde alkışlıyorlardı. Kölelerden her birinin canını teslim ettiği son demde ise gürûh, vahşi tat­minlerinin doruğuna yükseliyordu.
Çağdaş Nostradamus’lar, “tarihin sonu” türündenkehanetlerinin gerçekleşmesi için özel gayretlere giriyor, hayatı zorluyor, tabiata müdahale ediyor, hazırlanan komplolarda, yürütülen operasyonlarda roller alıyor, böylece kehanetlerini bizzat kendileri gerçekleştiriyor­lardı; tıpkı beş asır önce yaşamış üstadları gibi(*). 
“Tarihin Sonu”, şimdi “İnsanlığın Sonu” olmuştur.  
Kimse “tarihin sonu” ve “mede­niyetler çatışması” türünden kehanetlerin birer şifre olduğunu tahmin etmemişti. Şimdi artık herkes şunu öğrendi. “Tarihin Sonu” gibi futurist (geleceği okuyucu) retorikler, birer kehanet değil, operasyonel senaryolardı. Ancak Afganistan ve Irak işgali, gaflet uykula­rını bölebildi; çünkü Filistin arenasında her gün canavarlara yem olarak verilen yaşlı, kadın ve çocuk kurbanların canhıraş feryatları, elli yıldır keçeleşmiş vicdanlarda herhangi bir yankı bulmaya yetme­mişti. Şimdi ise Fukuyama, Huntington, Richard Perle v.b. cehennem senaryocularının ne idükleri meydana çıkmıştır.
 
TEVHİDİN KUTSAL MEKANLARININ
KALBİNDEKİ HANÇER

Filistin, Tevhid dininin ana rahmi.
İbrahim’in, İshak’ın, Yusuf’un, Davud’un, Musa ve İsa’nın doğdukları, yaşadıkları, öldükleri toprakların adıdır Filistin. Âlemlerin Rahmeti’nin ve Tevhid Dininin son mü’minlerinin ilk kıblegâhları buradadır. Yüce Yaratıcı, son mesajında şöyle buyuruyor:
“Biz, Kitap'ta İsrailoğullarına: Sizler, yeryüzünde iki defa fesat çıkaracaksınız ve az­gınlık derecesinde bir kibre kapılacaksınız, diye bildirdik.
            Bunlardan ilkinin zamanı gelince, üzerinize güçlü kuvvetli kullarımızı gönderdik. Bun­lar, evlerin arasında dolaşarak (sizi) aradılar. Bu, yerine getirilmiş bir vaad idi.
            Sonra onlara karşı size tekrar (galibiyet ve zafer) verdik; servet ve oğullarla gücünüzü arttırdık; sayınızı daha da çoğalttık.
            Eğer iyilik ederseniz kendinize etmiş, kötülük ederseniz yine kendinize etmiş olursu­nuz. Artık diğer cezalandırma zamanı gelince, yüzünüzü kara etsinler, daha önce girdikleri gibi yine Mescid'e (Süleyman Mâbedi'ne) girsinler ve ellerine geçirdikleri her şeyi büsbütün tahrip etsinler (diye, başınıza yine düşmanlarınızı musallat kıldık).
            Belki Rabbiniz size merhamet eder; fakat siz eğer yine (fesatçılığa) dönerseniz, biz de sizi yine cezalandırırız. Biz cehennemi kâfirler için bir hapishane yaptık.”  ( İsrâ, 4-8 )
            Tevhid Dininin son şekli İslâm gelene kadar bu bölge aralıksız kanlı savaşlara, boğuşmalara sahne oldu. Yahudiler, yukarıdaki ayetlerde de anıldığı üzere defalarca katliama uğradılar, mabedleri yıkıldı.
Hz. İsa’dan sonra ise bu kerre Yahudiler, Hıristiyanlara korkunç zulümlere giriştiler. Roma krallarını ve valilerini kışkırtarak tam üç asır boyunca Hıristiyanları böcek ezer gibi ezdiler. Ama sonunda galip gelen Hıristiyanlıktı. Sistem, tersinden işlemeye başladı ve bu defa da Hıristiyanlar, Yahudileri, çiğnediler, darmadağın ettiler.
Ne zaman ki İslâm bölgeye hakim oldu, bölge barışla tanıştı. Böylece İslâm’ın Tevhid dinini hayata geçireceği fiziki mekân da hazırlanmış oldu.
Tevhid Dinin yegâna tecelligâhı Filistin toprakları olabilirdi. Dünyanın başka hiçbir mekânının, üç büyük dini bir mekanda buluşturma, yan yana getirme şansı yoktu. Kudüs’ün kıblegâh edinilmesinden başlayarak Müslümanlar, her zaman bu İlâhi maksadın derin şuurunda oldular ve bölgeyi can, mal, din, mezhep güvenliği bakımından mutlak bir barış mekânı haline getirdiler.  
Bugün Filistin, tarihte bu misyonu bin dört yüz sene sırtında taşımış olmanın bedelini ödüyor ve bölgede her olay bire bir şekilde Kur’an-ı Mecid’in haber verdiği şekilde gelişiyor.
Eğer Müslümanlar orada olmasaydılar, Filistin topraklarında Yahudilere ve Hıristiyanlara ait bir tek iz kalmazdı. İbrahim, Musa, İsa (a.s.) geleneğinin bu topraklardaki izlerini sadece İslâm ihya edip yaşatabilirdi ve aynen böyle de oldu.

YAHUDİLER, YİRMİNCİ YÜZ YILA İSLÂM’IN MÜSAMAHASI SEBEBİYLE GELDİLER     
Dünyanın hiçbir coğrafyasında, etrafı Hıristiyan ülkelerle çevrili bir Yahudi devletine izin verilmezdi.
Hatta “Siyonizm”, her ne kadar dini kaynakları referans gösterse de gerçekte  Avrupa icadı bir ideolojidir. Bu ideolojinin nihai hedefi, Yahudilere bir devlet temin etmenin çok ötesindedir.  Nihai hedef, Avrupa’nın tarihi seyrini ve dengelerini bozacak ölçüde maddi güç ve nüfus yoğunluğuna ulaşmış Yahudilerden Avrupa’yı kurtarmaktı. Böylece Avrupalılar, bir taşla bir yığın kuş vurmuş oluyorlardı. Şöyle:
1. Filistin’e göçler, Avrupa Yahudiliğinin gücünü kıracaktı.
2. Bölgeye yeteri kadar Yahudi yerleştikten sonra, Hıristiyanlarla Yahudiler arasındaki “kadim düşmanlık” ve “kan davası”, “Müslüman-Yahudi düşmanlığı”na ve yeni bir kan davasına tahvil edilecekti.
3. İslâm’ın, Hz. İbrahim’den başlayarak, Peygamber Efendimiz’e gelene kadarki tarihi serüvenine tanıklık etmiş mücevher değerindeki sembollerle dolu bu topraklarda, Müslümanların bir kere daha tayin edici rol üstlenerek Dini barışı sağlaması imkânsızlaştırılacaktı.
4. İnsanlar, 20. yüzyılın hemen başlarında gelişen ve Hitler’le zirveye çıkan Avrupa’daki Yahudi düşmanlığı dalgasının, bilinen tarihi nedenlerden başka sebeplerinin de bulunmadığını mı sanırlar? Bu rüzgâr karşısında, bir Almanya’da değil tüm Avrupa’daki Yahudiler, nereye kaçabileceklerdi? Elbetteki sadece dini nedenlerle verimsiz toprakları, susuz çölleri vatan edecek değillerdi. Avrupa’da gördükleri tazyikin, zaten Teodor Herzl’den beri vatan olarak hazırlanmakta olan Filistin’e göç dalgalarına yol açacağı aşikârdı. Bunu önleyecek ne bir Sultan Abdülhamid, ne de güçlü bir Türkiye vardı. İsrail devletinin, İkinci Savaş’tan hemen ardından kurulması tesadüf değildir. Pakistan İslâm Devleti de aynı yıllarda, bu ahlaksız operasyona karşılık Müslümanların rüşveti olmuştur.
Şimdi artık sorabiliriz:
“Siyonizm, bir Avrupa ideolojisi olduğuna göre, Teodor Herzl’in de Kayser Wilhelm’in adamı olduğu yolundaki iddialar, doğrulanmak için başkaca delil ister mi?                                                                                                                                                                             
 Mayıs 2004-Ümran


-------------------------------------------------------------------------------------------------------
(*) Nostradamus (1506-1566), Elyse Sarayına kapılanmış bir müneccim ve hekimdi. Daha da önemlisi saf kan bir Yahudi idi.  Fransa Kralı IX. Charles ve naibi Catherine de Medicis’e hizmet sunu­yordu. Geleceğe ilişkin kehanetleriyle temayüz etmişti. Meş’ûm kehanetleri kan, ateş ve ölüm koku­yordu. Nostradamus, hayatta iken ileri sürdüğü herhangi bir kehaneti, şayet haber verdiği tarihte gerçekleşmezse, bizzat harekete geçiyor ve Vahşi Efendileriyle birlikte kehane­tini kendisi gerçekleşti­riyordu. Bu vahşi adam için insanın hayatı değil, kehanetinin gerçekleşmesi önemliydi. Mesela, filan tarihte çıkacak bir yangınla yok olacağını haber verdiğiPouzin şehri, günü gelip de söylediği tarihte yanmayınca, bizzat Nostradamus ve hempaları, Pouzinşehrini kundaklaya­rak yakmış ve yok etmişlerdi.  Yahudi Kâhin, hamisi de Medicis ile birlikte Orta Çağın en büyük din katli­amını da gerçekleştirmişti St. Bartelemous Katliamı olarak tarihe geçen toplu cinayetlerde, Pro­testan Fransızların kökü kazınmış, on binlercesi öldürülmüş, kalanı da ancak Katolik olarak yakayı kurtarabilmişti.

Etiketler: , , , ,

0 Yorum:

Yorum Gönder

Kaydol: Kayıt Yorumları [Atom]

<< Ana Sayfa