21 Ağustos 2018 Salı

TÜSİAD VE DEMOKRASİ UYUŞMAZLIĞI-1


                                                       Mehmet Akif AK

TÜSİAD, 20 Haziran 2008 günü başlayan ve eski bakanlardan Kemal DERVİŞ’in de katıldığı Yüksek İstişare Kurulu toplantısında “Kapsamlı ve Köklü” bir Anayasa değişikliği istediğini ilan etti. Toplantı, TÜSİAD bakımından derin bir hüsrana dönüştü.
Bu toplantıdan geriye “olumlu” tek şey kaldı; kapsamlı ve köklü bir Anayasa değişikliği ihtiyacı. Bunun dışında yapılanlar, yaşananlalar, konuşmalar, deklarasyonlar, tehditler cümlesinden ne varsa, hepsi de Patronlar Kulübü’nün daha önce defalarca izlediğimiz tiyatro oyunlarında, maskeli balolarında gördüğümüz türden şeylerdi.
Toplantıya katılan Kemal Derviş’in adı anılarak  “ara dönem” siyasi hazırlıklarından söz edildi.  TOBB ve Türk-İş gibi büyük camialar, son saniyeye sakladıkları hamlelerle Büyük Patronlarını yalnız bıraktılar. Belki de ilk kez büyük patronlar kulübü, yer yerinden oynayacak beklentileriyle giriştiği bir organizasyonda ağır bir fiyasko ile karşılaştı. Rahmi KOÇ’un oğlu Mustafa KOÇ, tam bir “akıl tutulması”na girerek, şuuraltındaki demokrasi düşmanlığını açığa vurdu. Her zaman ki gibi hedefte “siyaset kurumu”, yani “Demokrasi” vardı.
Manzara çok hoştu doğrusu!
TÜSİAD’ın herkesten akıllı yöneticileri ve öz uzman lojistik güçleri, “demokrasi dışı müdahale girişimlerinin ayyuka çıktığı” şu günlerde güya hangi tarafta olduklarını göstereceklerdi. Elhak gösterdiler de; ama ne yazık ki, onların göstermeyi istedikleri şey ile girişimlerinin sonunda ortaya çıkan şey aynı olmadı. Kaderin garip bir şirinliğine uğradılar ve var oluş tarihlerinden beri ait oldukları dünya, konuşlandıkları cepheyi ifşa ettiler. Hoş bir manzara idi; çokça güldük, eğlendik. Demokrasi diye başladıkları bir oyun, onların derinlerdeki gerçek kimliklerinin ortaya çıkmasıyla sonuçlanmıştı.
Eskiden olsa, TÜSİAD’ın baştan sona bir “show-business”ten  ibaret bulunan, samimiyetten uzak bu “Kapsamlı Anayasa Değişikliği” çıkışını, hayranlıkla karşılayabilirdik belki. TÜSİAD da buna güvenerek, hala oralarda bir yerlerde kaldığımızı düşünüyor olmalıydı; medyasını da kullanarak büyük bir özgüvenle oyununu sergiledi. Ne var ki, artık Türkiye Oligarşisinin köklü ve derin kalesinin, kendi iktidarı dışında hiçbir değer tanımadığını iyi biliyorduk. TÜSİAD’ın makyajı hemen döküldü. Türk-İş ve TOBB, “kral çıplak” deyiverdi. Bize de oligarklarımızın demode olmuş kurnazlık ve uyanıklık gösterilerinden birini daha keyifle seyretmek kaldı; zevkyâb olduk.   Hatta kahkahalara boğulduk. Efendilerimiz, bugüne kadar hazırlanmış pek çok Anayasa Değişikliği tasarısından hiç söz etmeden “değişiklik gerekirse onu da biz yaparız” demeye getiriyor ve alkış bekliyorlardı. Pek çok alkışladık.

TÜSİAD’IN DEMOKRASİ SÖYLEMLERİ “NE ŞERİAT NE DARBE” SAFSATASIYLA AYNIDIR
Bilindiği gibi, hak, hukuk, demokrasi, parlamento, halkın iradesi gibi meselelerde “taraf” olmaktan korkanlar, ya da menfaatleri gereği zulme, hak tecavüzlerine boyun eğenler, Türkiye’de “ne şeriat, ne darbe” gibi güvenli bir mağaraya sığınıp, dışarıda yaşanan tecavüzlere sırtlarını dönmektedirler. Bu “ne şeriat ne darbe” safsatasını en masum yorumudur. Ola ki, bu sloganı atanlar arasında samimi insanlar bulunabilir diye düşündük. Geçekte darbe teşvikçiliğinin “ne şeriat ne darbe” konseptinden daha iğrenci ve ahlaksız olanına zor rastlanır.
Türkiye’nin az sayıdaki namuslu sol aydınlarından bir olan Tanıl BORA, “ne şeriat ne darbe” ikiyüzlülüğünü çok güzel teşhis etmişti. Tandoğan-Çağlayan Mitinglerinde yükselen “ne şeriat ne darbe” çığlıklar için şunlar yazmıştı:
“Tandoğan ve Çağlayan mitinglerinin kürsüsünde konuşanlar da, ‘Ne şeriat ne darbe’diyor. Aralarında açıkça ve gururla orducu olanlar da eksik değil; öyle olmayanlar, ‘darbelerin çözüm olmadığı anlaşılmıştır’ diyor. Darbeye ‘sıcak bakmadıklarını’ beyan ediyorlar. Ordunun Şemdinli sürecinde yargıya müdahalesini, sürekli tehdit ‘değerlendirmeleriyle’ hainler ve iç düşmanlar tayin etmesini, ‘balans ayarlarını’, velhâsıl kronik ve rutin müdahalelerini pekâlâ meşru sayıyor, en azından ciddi biçimde sorun etmiyorlar. Zaten kendi yapıp ettiklerini de, ‘görevi ordudan devralmak’ olarak tasvir etmekte beis görmüyorlar. Ama nedir, ‘darbeye karşı’lar! Radyoevi işgalli, sokağa çıkma yasaklı, tam teşekküllü darbe olmadıkça, ordunun velâyet ve vesayetini dert etmeyen, kolayından, ‘ne şeriat ne darbe’cilik.

 Lâfzen ve belki tâ derinlerde ruhen darbeye ‘soğuk bakanların’ bile birçoğu, ‘şeriat tehdidi’ ile ‘darbe tehdidi’ arasındaki teraziyi, hareket alanı sağlayan bir güçler dengesi olarak görmeye yatkınlar. Sanki darbe karşıtlığı, mutlaka Şeriat veya Siyasal İslâm karşıtlığıyla dengelenmek, nisbîleştirilmek, görelileştirilmek, paranteze alınmak zorunda.
‘Ne şeriat ne darbe’ sloganının, gerek ‘halkımızın’ gerek ‘Beyaz Türkler’in özetlemeye çalıştığım bu algısı ile buluşarak kendimizi haklı ve kalabalık hissetmemizi sağlayan bir konforu var. Bu konforun aldatıcı olduğunu görmüyor muyuz? Dahası, bunun, askerî lisanla söyleyelim: sadece ‘sözde’ bir darbe karşıtlığı olduğunu görmüyor muyuz?
Birincisi: Darbe ‘seçeneğine’, mutlaka şeriata DA veya AKP’ye DE karşı olduğunu ekleyerek dengelemeden, nisbîleştirmeden, şerh düşmeden, müstakil olarak, bizzat, başlı başına karşı çıkmak gerekiyor. O şerhi düştüğünüz zaman, darbeye kırmızı değil sarı ışık yakmış oluyorsunuz. Öyle kastetmeseniz de, birçoklarının anladığı o oluyor.
‘Şeriat’tan ne anlayacağımızı, AKP’nin bir şeriat tehdidini temsil edip etmediği veya somut olarak nasıl bir tehdidi temsil ettiği meselesini paranteze alıyorum. Bu konuda vahamet ölçüleri ve algıları farklı olabilir. Fakat bu, politik ve ideolojik bir mücadele zeminidir. Askeri müdahale ise politikanın ve sivil-demokratik toplumsal ilişkilerin soluğunun kesildiği bir ortam yaratır. Şunu da ekleyeyim: muhtevaca (söylemi, ritüelleri, ‘ibadetleri’ ile) değilse de ‘format’ olarak, zihniyet olarak, ‘Şeriat’la kastedilenden farksız bir totaliter atmosfer yaratır.
İkincisi: Karşı çıkılacak, reddedilecek olan, sadece tam teşekküllü darbe değildir; tümüyle askerî müdahalelerdir, militarizmdir, ordunun politik ve toplumsal yaşam üzerindeki velâyet ve vesayetidir. Yoksa sinik bile değil, sarkastik bir duruma düşüyoruz. Zira bugün, ‘Ordumuzun emrindeyiz’ diyenler de gevrek gevrek ‘Tabii, darbe çözüm değil’ nassını zikrediyor.” (Tanıl BORA, Birgün, 2-5-2007)

TÜSİAD, “ne şeriat ne darbe” (illa da darbe, illa da darbe) anlayışının her zerresinde dolaştığı bir yapıdır. Ne zaman bu slogan atılsa her TÜSİAD’cıyı bir heyecan alır. Kimse bu sloganın derinlerinde yatan darbeciliği göz ardı edip, işadamlarının “ne şiş yansın ne kebap” gibi pragmatizm peşinde olduğunu sanmasın.  “Ne şeriat, ne darbe!”, TÜSİAD’ın iç siyasette en çok kullandığı retoriktir. “Kapsamlı be Anayasa Değişikliği” teklifi de tamı tamına “ne şeriat, ne darbe” anlayışının güncel bir yansımasıdır.

0 Yorum:

Yorum Gönder

Kaydol: Kayıt Yorumları [Atom]

<< Ana Sayfa