29 Haziran 2019 Cumartesi

OSMANLI ASIRLARININ ŞAFİÎ-MATURİDÎ EKSENİNDE İZAH ÇABALARININ MAKSADI VE MÂHİYETİ

                                                           Mehmet Akif AK


Öncelikle “Osmanlı Medeniyetinin şevket devirleri ile çözülüp dağılma dönemlerini Türklere âit olduğu iddia edilen Maturidîliğin terki ve Araplara mahsus bir mezhep olduğu ileri sürülen Eş'ariliğin kabulü” teziyle açıklama çalışmalarının çok yakın bir geçmişinin bulunduğunu ifade edelim.
Bu her kelimesi düzeltilmeye ve hatta iptale muhtaç tez, her yönüyle ve bütünüyle Avrupalı oryantalistlere aittir.
Oryantalistler, tarihimizde iki değerli ismi özellikle itibar sûikastine tabi tutmuşlardır. Bunlardan ilki Gazzâli, diğeri ise Yavuz Sultan Selim’dir.
Eşâriliğin en büyük imamlarından olan
Gazzâli, felsefeyi İslâm Âleminden söküp atarak 10 uncu asra kadar çok parlak bir seyir takip eden İslâm Rönesansını söndürmüştür.
Yavuz Sultan Selim ise, Arap Dünyasını Osmanlı Topraklarına katarak, bu topraklardaki güçlü İslâmi ilimler birikiminin, Mâturidîlik ve Hanefîlik ile yoğrulmuş Osmalı İlim muhitini yutmasına sebep olmuştur…
Tarihi gerçeklerle bir nebze olsun mutabakatı bulunmayan bu siyasi kurgu bize  şu algıyı yerleştirmeye çalışmaktadır:
İslâm, Eş’arilik etkisiyle Arap Dini olmuştur. Oysa Türkler, kendi Türk İslâmını daha en baştan inşa etmişlerdi. Yavuz Sultan Selim, Osmanlılara Arap İslâmını kabul ettirerek en büyük kötülüğü yapmıştır.
Bu iki değerli sembol ismin hedefe konulmasının Avrupa bakımından çok ciddi sebepleri olmalıydı. Evet vardı. Şöyle
- Gazzâlinin yaşadığı çağda, Haçlı saldırıları, Cengiz İstilası, siyasi askeri yapıyı çökertmiş,  Yunan Felsefesinin doğrudan İslâm Akâidini tahrip potansiyeli yüksek bazı ekolleri, Akâid sahasında kaotik bir ortam doğurmuştu. Özetle Müslüman dünya her bakımdan paramparça bir görünüm arz etmekteydi.
- Gazzâli, dağılmış tesbih tanelerini tek tek toplayıp bir ipliğe dizdi. İlmî faaliyetler, ilmin gerektirdiği usuller dâiresinde yapılmaya başlandı. Bu faaliyetler, Büyük Selçuklu Devleti’nin himâyesi olmasaydı asla sonuç vermezdi. Bu siyâsi ve ilmi ittifak, İslâm Âlemini derlemiş toparlamıştı.

- Bu sebeplerle Gazzâli, İslâm Âleminde ilk Müceddid olarak nitelenmiştir.

Yavuz Sultan Selim’e gelince:
- Haçlılar ile ittifak hâlinde oldukları kesin olan Safevî âilesinin ilk hükümdarı İsmâil, Şîa ekollerinin arasına kendi âilesinin icadı olan yeni  bir mezhep-tarikat (Kızılbaşlık) katmıştı.  Ve bölgede Nizâri İsmâilîlerden sonra mensuplarını ölüme koşan bir meczup hâline sokabilen bu tarikat-mezhep de İslâm Âleminin bağrına bir hançer gibi saplanmıştı.
- Önce Sünni  mâverâünnehir İslâmını ezen Safevîler, sırayı diğer iki Sünnî İslâm Devletine getirdiler. Memlûk ve Osmanlı Devletleri…  Memlûklular kendilerini hiçbir zaman Safevileri alt edecek güçte bulamadılar. Hatta sorumluluklarında bulunan Hac Yolu güvenliğini sağlamaktan bile âciz kaldılar.
- Sonunda Yavuz Sultan Selim bilinen siyaseti ve savaşıyla İslâm Âlemini yok oluşa sürüklenmekte olan bu belâyı bertaraf etti.
- Sultan, bu hayat-memat dâvâsında kendini yalnız bırakan Memlûk Devletini de yıkıp Mısır’ı Osmanlı Devletine kattı.
- Böylece Hz. Peygamber SAS devrinden beri ilk defa Müslümanların büyük çoğunluğu  bir siyâsi birlik etrafında Ümmet şuuruna kavuştular.

Son olarak eski T.C. derin yapısının NATO emrindeki elemanlarının (Sadi Koçaş, Gündüz Aktan vb) neden Gazzâli ve Yavuz Sultan Selim düşmanlığı yaptıklarının sebebinin de bu bilgiler ışığında  ne anlama geldiği anlaşılmış olsa  gerektir. Onlar, çeşitli İslam topluluklarının tarihleri ve genetik kodları bakımından İslâmı farklı algılayıp uygulamaları gerçeğini sosyolojik bir vâkıa olarak ilmî çalışmalara konu etmek dururken, Arap İslâmı-Türk İslâmı zıtlığından söz ederek İslâm Birliğini parçalama faaliyetlerine neferlik etmişlerdir.

Şimdi gelelim meselenin hakikatine
Konunun ehli değiliz. Ama güvenilir kaynaklardan edindiğimiz bilgilere göre:
13-14 üncü asırlara gelindiğinde Mâturidîlik ve Eş’ariliği birbirinden ayırmak imkânı kalmamıştır. Her iki İmamdan sonra gelen bütün büyük âlimler, Akaid-Kelâm konularında  sâdece biriyle yetinmeyip mutlaka diğerinden, hatta Mutezileden görüş alıp benimsemişlerdir.
Dolayısıyla yaşananlardan bir Mâturidî-Eş’arî zıtlığı, çatışması ihdas etmek imkânsız hale gelmiştir.

Molla Fenârî, Osmanlı Medreselerinin Kurucusu kabul edilir. Kendisinin Mâturîdî olduğu kuşkusuzdur. Ama arkadaşı Seyyid Şerif Cürcâni ile Kahireye gitmiş ve on yıl kadar orada kalmış, ilmi çalışmalarda bulunmuştur.Eş’arilik okumuştur. Daha Yavuz Sultan Selim’in doğmasına yaklaşık 150 yıl vardır. Kahire’den âlim getirmesine (?) de…
Osmanlı İlim dünyasını iki büyük âlim mayalamıştır, daha kuruluş günlerinde: S. Ş. Cürcâni ve Sadeddin Taftazani. Bunlar, F. Râzinin takipçileridir. Ve dolayısıyla Gazzalinin… Ağırlıklı olarak Eşâriliğe meyyaldirler. Ama ismi geçenlerin Eş’ârilikle anılmaları kolay tasnif içindir. Yoksa Eş’ârî oldukları kadar Mâturidîdirler.
Mâturidiyye’nin İmam Mâturidî’den sonraki en önemli imamı, talebesi Nesefîdir. Nesefînin en büyük şârihi ise S. Taftazâni’dir. Eş’ârî bilinen Taftazâni..

Aşağıda bir liste var. Bu Liste Osmanlı Medreselerinin kuruluşundan kapanışına kadar olan bütün dönemlerinde okutulan Akâid-Kelâm ders kitaplarını gösteriyor.

Akaidün Nesefi-Muhammed Nesefi (ö.1142)
-Şerhül Akaid-Sadeddin Taftazani

-El-Akaüdül Adududiyye-Adududdin İci (ö.1355) Bu kitap için Taftazani (ö. 1390),nSeyyid Şerif Cürcani (ö. 1413), Celaleddin Devvani (ö.1502) olmak üzere 7 şerh yazılmıştır. Cürcani’nin şerhi beş ,Devvani’nin şerhi ise 8 haşiyesi vardır.
-El Mevakıf fi ilmil kelam -Adududdin İci (ö.1355)
-El-makasıd ve şerhül makasıd – Taftazani (ö. 1390)
-Hidayetül Hikme- Esirüddün Ehberi
-Hikmetül Ayn-Necmeddin Katibi

Görüldüğü gibi Osmanlı Medreselerdeki Akâid ve Kelâm kitaplarında Maturîdî Kelâmı hep okutulmuş.Ve   Taftazaninin Nesefî Şerhi.  Diğer kitapları bir kenara koysak bile Taftazaninin En önemli Maturîdi kaynak kitabı olan Nesefî Akaidine yazdığı şerh Osmanlı Medreselerinde bütün zamanlar okutulmuş tek kitaptır.
Hani Arapçı Eş’ârîlik, Osmanlıya Yavuz S. Selim tarafından getirilmişti.
Kaldı ki Taftazani, Emir Timur’dan büyük itibar görmüş uzun zaman Onun yanında kalmış ve Semerkand’ta vefat etmiştir.
Molla Fenârî kendi öğrencilerini Teftâzânî’nin eserlerini okumaya teşvik etmiş, onun eserlerini istinsah etmeleri (yazıp çoğaltmaları) için haftada iki gün olan tatili üç güne çıkarmıştır (Taşköprizâde, eş-Şeḳāʾiḳ, s. 27-28).

Sevindirici bir olay var ki, Batı kaynaklı bir saldırı olan Arap İslâmı-Türk İslâmî ayrımcılığı artık itibardan düşmüştür.

Diyânet İslâm Ansiklopedisi de bu meseleyi çok sağlıklı görmüştür. İlgili maddelere bakılabilir.

Biz bir örnek olarak Taftazâni maddesinden bir bölümü aynen veriyoruz.

“Teftâzânî’nin Şerḥu’l-ʿAḳāʾid’inin Osmanlı medreselerinin temel kitaplarından biri olması sebebiyle modern dönemlerde Osmanlı ilmiye zihniyetinin Eş‘arîlik üzerine kurulduğuna dair yorumlar yapılmaktadır. Gerçekten Teftâzânî bu eserinde, ayrıca Şerḥu’l-Maḳāṣıd başta olmak üzere diğer teliflerinde Eş‘arî anlayışını müdafaa etmektedir. Ancak bundan hareketle Osmanlı zihniyetinin yalnızca Şerḥu’l-ʿAḳāʾid çerçevesinde kurgulanmış gibi gösterilmesi isabetli görünmemektedir. Öte yandan bir eserin okutulması onun içerdiği bütün fikirlerin kabul edildiği anlamına gelmez. Osmanlı medreselerinde en çok okutulan tefsirlerden el-Keşşâf Mu‘tezilî-Hanefî bir âlim olan Zemahşerî’ye aitken Envârü’t-tenzîl Eş‘arî-Şâfiî âlimi Kādî Beyzâvî’nin eseridir. Bu durum Osmanlı medrese eğitiminin diyalektik yapısını göstermektedir. Farklı eğilim ve mezheplere mensup âlimlere ait eserlerin okutulması Osmanlı düşüncesine canlılık kazandırmış, Fâtih Sultan Mehmed, II. Bayezid ve Kanûnî Sultan Süleyman gibi padişahların teşvikiyle pek çok çalışma yapılarak eleştiri geleneği sürdürülmüştür.”

Hakikat, bizce böyledir. Doğrusunu ise sâdece Allah CC bilir.

Etiketler: , , ,